20 Mayıs 2013 Pazartesi
Yapanlarla yazanlar; Çanakkale üzerine... - İlber Ortaylı
Britanya İmparatorluk Harp Tarihi Müzesi ve Britanya Kütüphanesi’ndeki hazır dökümanlara el atıp kolayına film çıkarmak modasından artık vazgeçmelidir. 18 Mart gecesi TRT’de seyrettiğimiz belgesel daha evvel vizyona giren filmin düzeltilmişi gibi... Çanakkale Savaşı’nın encamı ve ruhu Avustralyalı askerlerin yazdığı mektuplardan anlaşılmaz
Her toplum tarihi yapar; bazısının yaptığı tarih öbürlerini ve dünyanın gidişini etkiler. Çanakkale Deniz Muharebeleri ardından kara savaşı, dünya tarihinde kendi anısına dikilen abide kadar kalıcı ve destansıdır. Birinci Dünya Savaşı’nın kaderini, savaş sonundaki gelişmeleri etkileyen büyük olaylardandır. Savunma durumunda olan Türkler, Tıb Fakültesi ve Mühendis Mektebi’ndeki, seçkin liselerdeki genç aydınlarından kasabalardaki becerikli zenaatçısına, ülkenin toprağını ekip biçen çiftçisine kadar ancak 40 yılda telafi edebilecekleri büyük kayıplar vermişlerdir. Kurtardıkları topraktaki insanlar verdikleri
savaş yüzünden vatandaşlık toplumuna doğru önemli bir adım atmışlardır.
Evet, vatandaşlık toplumuna ve bilincine bir ulusun bireyleri, filozofları okumaktan çok yaşadıklarıyla ulaşırlar. Çanakkale’de savaşan asker Galiçya’ya gitmiştir. Aynen başındaki genç komutanlar gibi Doğu cephesine kaymıştır. Suriye-Filistin’e ve Mezopotomya’ya akmıştır. 1915 ve 1916 Gelibolu ve Kut’ül Ammare gibi Britanya İmparatorluğu’nu sarsan, İngiliz kamuoyunu imparatorluk uykusundan uyandıran, İngiltere’yi Avrupa’dan Ortadoğu’ya çeken savaşlardır. Yanlış tarafta savaştık; daha doğrusu bizim olmayan bir savaşın içindeydik, yenilgi kaçınılmazdı ve imparatorluk parçalanacaktı. Ama bu arada vatanımızı ve insanlarımızı da kaybettik.
TRT’nin hizayı bulma vakti gelmiş de geçiyor bile
Bu dramatik muhteşem tarihi nasıl yorumluyoruz sorusuna gelince; bir müddetten beri moda olduğu üzere, Britanya İmparatorluk Harp Tarihi Müzesi ve Britanya Kütüphanesi’ndeki hazır döküman ve kasetlere el atıp kolayına film çıkarmak modasından vazgeçmelidir. 18 Mart gecesi TRT’de seyrettiğimiz belgesel daha evvel sinemalarda vizyona giren filmin düzeltilmişi gibi görünüyor. Çanakkale sadece ANZAC’larla Türk askerleri arasında geçen savaş değildir. Çanakkale Savaşı’nın encamı ve ruhu Avustralyalı askerlerin yazdığı mektuplardan anlaşılmaz. Hemen hemen hiçbir Türk savaş tarihçisine müracaat edilmemiş. Sadece kısa takdim konuşması yapan bir prodüktör var. Peter Hart (ki iyi bir tarihçidir), Nigel Steel, Robin Prior, Les Carlyon ne kadar iyi de olsalar bu gibi filmlerde “audi alteram partem” (öbür tarafı da dinle) kuralına uyulması gerekir. Uyulmaması imkansızlıktan değil, kolaycılıktan. Bu geçiştirmeciliğin sonunda başkaca rejisörün biri evinin bahçesine siper kazarak Çanakkale filmi çevirmeye kadar işi götürdü. Ciddi olalım; yapılan tarihin böylesine geçiştirilmesi hazin bir tecellidir. TRT’nin de artık hizayı bulması vakti gelmiş de geçiyor bile.
Çalışmalarda Doç. Dr. Özkan Aygün ve ekibi görev aldı.
Ne kadar da kolay Schliemann oluyorlar
HEINRICH Schliemann malum, yoksul ve okul göremeyen zeki bir çocuktu; hem zengin oldu hem de kendini yetiştirdi. Tarih öğrendi, klasik dilleri öğrendi ve akademisyen olamayan basit insanların ödülü oldu, bir efsanedir denen Troia’yı buldu.
O günden beri Avrupa’da Schliemann taslakları hep çıkar ama o kadar... Mesela bunlardan bir tanesine 10 sene evvel Nemrut Adıyaman’da kazı yapmak için izin isterken rastlamıştık. Garip bir Hollandalıydı. Öte yandan Schliemann, Troia’yı buldu ama arkeoloji tarihinin de en berbat kazısını yaptı.
İki tane belgeselci, bir-iki iyi niyetli ve dinamik, amatör dalgıç, zevahiri kurtarmak için bir-iki de profesyonel dalgıç bulmuşlar; televizyonda demeç veriyorlar. 1700 yıllık sırların ve efsanelerin güya peşine düşmüşler. Vay vay! (Ayasofya’nın tarihi henüz 1500 sene olacak, hazırlığa girişmeyi unutmayalım.) Ayasofya zeminindeki 283 metrelik tünellerde girişilen keşif turunda, 13. yüzyıldan önce gömülen çocuk aziz Antinegenos ve ondan iki yüz yıl sonra Patrik Athanasius’a ait olduğu sanılan kemikler ve mozaikler de bulunmuş (!). Biz neymişsiz; Hıristiyan hagiografisini bile altüst ettik. Ekümenik patrikhaneye iş kalmayacak. O bir yana, benim çok iyi tanıdığım Kültür Bakanlığı; “Ayasofya’nın civarına umumi helalar yaptırmadan evvel, Ayasofya, Binbir Direk ve Topkapı arasındaki sarnıç ve tünellerin bir haritasını ve ölçümünü yapalım” ikazına bile aldırmazken bu becerikli adamlar bu Ayasofya’nın temellerinin dehliz uzunluğunu nasıl ölçmüşler hayret ettim.
Reklam kokulu sözde araştırmalar
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Doç. Çiğdem Özkan Aygün ve ekibinin Ayasofya’nın altındaki dalma araştırmalarının tetkiki bakanlık tarafından hem izin verilip hem engellenirdi. Bizzat şahidiyim. Bu beylerin de o işte dahli var mı bilmiyorum ama iddialarına göre ilmi araştırmayı bunlar yapıyorlarmış.1940’larda o zamanki müdür Feridun Dirimtekin’in bulduklarına da bunlar sahip çıkıyorlar. (Anlaşılan üniversiteler de önce bunların icazetini alacak.) Çiğdem Hanım ve ekibinin ciddiyetini bizzat Topkapı dehlizleri ve sarnıçlarını çalışmalarını izinlendirip belgeledikten (ve bunlar yurt dışında da yayınlandı) daha iyi gördük. Amaçları sadece dehliz ve sarnıçların fiziki konumlarını tespit edip harita çıkarmaktır.
Bu beyler başka; Hürriyet’in pazar ekine bakılacak olursa dehlizlere girmeyecek ebatta tüplerle şık fotoğraflar da alınmış. Dehlizlerde bir de İngiliz asker mataraları bulmuşlar. Bir tarih dergisi ve televizyonda belirttikleri; “neler bulduk, ne sırlar var” havası bana doğrusu hiç de inandırıcı gelmedi. Ayasofya üzerindeki reklam kokulu bu sözde araştırmaların mali hedeflerini hiç tartışacak ve araştıracak değilim; fakat abide üzerindeki tasarruflara dikkat etmek herkesin görevi olmalıdır. n
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder